4 yıl önce
1970'lerin önemli futbol figürlerinden birisi olarak bugün Türkiye Futbol Federasyonu'nda FGD Bölgeler Koordinatörü unvanıyla hizmet veriyor. Türk futbolunda güzel şeyler yaşandığına dikkat çekerek, altyapıya yönelik yatırımın artması halinde önemli başarılar yakalanabileceğini söylüyor. Fenerbahçe serüveninde büyük hatalar yaptığını itiraf ederken, "Güçlü olmak ve sık sakatlanmamak için idman, iyi beslenme ve istirahat çok önemli. Zamanında ben bunlara dikkat etmedim ve bedelini Fenerbahçe'den ayrılarak ödedim" sözleriyle gençlere ışık tutuyor.
Röportaj: TamSaha / Derya Oruçoğlu
Sizi tanımayanlar için önce biraz kendinizi, futbola adım atışınızı anlatır mısınız?
Arnavutluk'tan göç eden kalabalık bir aileyiz. Babam, amcam Tiran'da, annem İstanbul'da doğmuş. Kardeşlerim ve ben de Kasımpaşa'da doğduk büyüdük. Altı kardeşiz. Beş kardeşimden bugün ikisi hayatta. Yakın akrabalarım arasında futbolla ilgilenen çok insan var. Ama şans bana gülmüş. Zaten hep şansım yaver gitmiştir. İyi insanlarla karşılaşmışımdır genellikle. Hep değer görmüş ve karşılığını vermişimdir. Mahalle kültürü ile büyüdük biz. Futbola da mahallede başladık. 16-17 yaşlarıma geldiğim zaman futbolu daha çok benimsemeye başladım. Kasımpaşa'da okul bahçelerinde, cami avlularında, arsalarda top oynardık. O dönemde verkaçı, pas alıp vermeyi bile cami avlusundaki duvarlarda öğrendik.
Futbola Erokspor'da başladığınızı biliyoruz. O dönemle ilgili neler söylemek istersiniz?
Yine 16-17 yaşlarında Erokspor'da oynamaya başladım. O dönemde büyüklerimiz bize, "Real Madrid gibi takımsınız" derlerdi. Gerçekten de çok yetenekli futbolcular vardı. Hiç unutmam; bir bayram günü Fenerbahçe'nin genç takımı bize antrenman maçı teklif etmişti. Fenerbahçe'de o zaman Ersoylar, Erdinçler, rahmetli Serkanlar oynuyordu. Baya iyi takımdı. Onları Dereağzı'nda yendik. Yanlış hatırlamıyorsam 3-0 falandı. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan da o dönem kadromuzdaydı. Hatta gollerden ikisini ben, birini de Tayyip Bey atmıştı. Sonra Fenerbahçe genç takımından teklif aldım.
Aile desteği var mıydı arkanızda?
Aileden pek destek görmezdik. Rahmetli babamın futbola hiç ilgisi yoktu. Rahmetli ağabeyim futbolu çok severdi ama babam oynamasına müsaade etmezdi. O da iyi bir futbolcuydu, çok yetenekliydi. Mesela biz mahalle takımında oynamak için formalar yıkansın diye 1 lira verirdik ama ağabeyimi oynatmak için ona iki buçuk lira verirlerdi.
Fenerbahçe'den teklif aldığınızı söylemiştiniz. Oraya dönsek yeniden…
Fenerbahçe serüvenim enteresan oldu. Genç takıma kayıt oldum. 60 lira da aylık bağlayacaklardı. Fakat takıma girmeden başka şeyler gelişti. Bizim semtte Camialtı Tersanesi vardı. Onların takımı 1. Amatör Küme'de oynayacaktı. Semtin insanları, Camialtı Tersanesi'nin antrenör ve yöneticileri orada oynamamı istedi. Erokspor'daki arkadaşlarım da aynı şeyi söyleyince ikna oldum. 800 lira karşılığında Camialtı'na transfer oldum. Aslında Camialtı'nda oynamayı çok istiyordum ama Fenerbahçe devreye girince iki arada bir derede kalmıştım. Bazı arkadaşlarım "Fenerbahçe'de oynayamazsın, Camialtı'nda kal" diyordu. Bazıları da "Fenerbahçe gibi takıma gidilmez mi?" diye kızıyordu. Sonuçta Camialtı'nı tercih ettim. O sezon şampiyon olduk, epey de gol attım. Santrfor oynuyordum. Sezon iyi geçince çok sayıda teklif aldım. Fakat antrenörümüz Ergun Darcan beni ikna etti ve Camialtı'nda kaldım. Çok severdim onu. Hayatımda rastladığım en iyi insanlardan biriydi. O dönem beni isteyen kulüpler arasında İstanbulspor, Beşiktaş ve Göztepe de vardı. Özellikle rahmetli Adnan Süvari (Göztepe) çok istiyordu.
Teklifler çoğalınca karar vermek de zor oluyor haliyle.
Evet, kesinlikle. Bir sezon daha Camialtı'nda oynadıktan sonra Şekerspor, Galata (o dönem 2. Lig'deydi ve Lefter çalıştırıyordu) ve Göztepe talip oldu. Hatta Göztepe'ye gidip 1 hafta kampa katıldım. Ama Adnan Süvari takımdan ayrılınca boşlukta kaldım. Ne yapacağımı bilemedim. Bir sabah erkenden İzmir'den kaçıp, İstanbul'a döndüm. O hafta sonu Erokspor-Galata maçı ayarlanmış. Erokspor henüz mahalle takımı o zamanlar. Sezon bitince Camialtı'ndaki arkadaşlarımla birlikte orada oynuyorum. Lefter'in de izlediği maçta Galata'yı 5-0 yendik. 5 golü de ben attım. Tabiî Lefter çok beğeniyor beni. Ertesi gün aradılar. Fakat o sırada Şekerspor da beni istiyor. Güngör Süer vardı, Şekerspor'un kaptanı. Futbolu bırakmak üzereydi ve transferle o ilgileniyordu. Beni duyunca devreye giriyor. Böyle olunca yine iki arada, bir derede kaldım. Galata o zamanın parasıyla 60 bin lira teklif ediyor bana. Ama antrenörüm Şekerspor'a gitmemi istiyor. Çünkü Futbol Federasyonu o zaman Ankara'da. "Millî Takım'a seçilirsin" falan diyor. Bana da mantıklı gelince birlikte Ankara'ya gittik. O zamanlar santrfor oynuyorum ama çok zayıfım. 55 kilo falan anca varım. Beni görünce, "Bu ne ya, rüzgârlı havalarda uçar" falan gibi espriler yapılıyor. 3-5 gün sonra seçmeler var. Beni de denemek istiyorlar. Ergun ağabey (antrenörüm) "Benim denenecek oyuncum yok. Biz dönüyoruz" diye çıkışıyor. Sonra onu zar zor ikna edip oynadım. İlk 20 dakikada 3 gol attım. Hemen aldılar haliyle. 30 bin liraya anlaştık. 15 bin lirasını da peşin verdiler. Ankara'ya cebimde 10 lirayla gitmiştim bir anda 15 bin liram oldu. Hatta 14 bin lirasını posta havalesiyle rahmetli babama gönderdim. Sonradan öğrendim ki babam 15 gün, "Bu çocuk bu parayı nereden buldu" deyip elini sürmemiş.
İstanbul'dan ayrılmak zor oldu mu? Ne değişti hayatınızda?
Şekerspor'da iyice palazlanınca çok şey değişti hayatımda. Gazetelere çıkmaya başladım. O gazeteleri yolluyorum İstanbul'a, evdekiler saklıyor... Babam bir maçımı tribünden izledi ama anneme hiç nasip olmadı. Sonra Şekerspor'da şampiyonluk yaşadım. İlk sene 1. Lig'e çıktık. Yavaş yavaş adım duyulmaya başladı. Galatasaray'dan, Fenerbahçe'den teklif aldım. Beşiktaş yöneticileri beni İstanbul'a getirdi. Rahmetli Mehmet Üstünkaya dönemiydi. Bu arada Fenerbahçe'de oynadım ama aileden kalma bir Beşiktaşlılık vardı. Rahmetli ağabeyim çok koyu Beşiktaşlıydı. Ondan etkilenerek ben de Beşiktaşlı olmuştum. Üç yılın ardından Şekerspor'dan ayrılmam gündeme geldi. Beşiktaş ve Galatasaray ile görüştüm. Rahmetli Süha Özgermi vardı. Galatasaray camiasının içindeydi ve benim iyi dostumdu. O da Galatasaray'da oynamamı çok istiyordu. Fakat kısmette Mersin varmış. O dönem Beşiktaş'tan 125 bin lira istemiştim fakat Mersin 450 bin lira önerdi. 1974'te hakikaten büyük paraydı. Şu an oturduğum evi de o parayla almıştım. Mersin'de 1 sene oynadıktan sonra Galatasaray için İstanbul'a döndüm. O zaman futbolcu kaçırma gibi şeyler vardı. Fenerbahçe de beni kaçırdı ve orada kaldım.
Genç yaşta büyük bir takım…
1975'te Fenerbahçe'ye adım attım. İki sene oynadım ama tam alışamadım. İstanbul'un renkli hayatı etkiledi beni. Gençliğin getirdiği bazı acemilikler de var tabiî. Kazandığımız parayı tutmayı beceremedik. Hatalar üst üste gelince İzmir'e Altay'a gitmem gerekti. İyi ki de gitmişim. O dönem Gaziantep 850 bin lira teklif etti ama ben 450 bin liraya Altay'ı tercih ettim. O zamanlar antrenör rahmetli Necdet Niş'ti. Fenerbahçe'de de birlikte çalışmıştık bir dönem. Didi'nin yardımcılığını yapmıştı. Altay'da dört yıl oynadım. Çok da mutluydum. Rahmetli Esin Özgener başkandı. Ona müthiş saygım vardı. Bana büyük bir jesti olmuştu. Kulüpten aldığım 450 bin lirayı ne yapacağımı sorduğunda, "Ev almayı düşünüyorum" demiştim. Evini satan bir arkadaşına yönlendirmişti beni. Ama arkadaşı daireyi en son 700 bin liraya bıraktı. Haliyle param yetmedi. Bir gün Alsancak'ta Esin ağabeye rastladım. "Aldın mı daireyi?" diye sordu. "Yok başkan. Param yetmedi" dedim. Eksiğimi sordu ve o evi alabilmem için bana 250 bin lira daha verdi. Bu çok büyük ve unutulmaz bir jestti benim için. Allah rahmet eylesin. O daireyi aldım sonra. İzmir'de de yıllarca kaldım. Çok güzel dostluklarım oldu. Takım da çok iyiydi. 1979'da Galatasaray'ı eleyerek Türkiye Kupası'nı kazandık. Bir kez de finalde Fenerbahçe'ye kaybettik.
Altay'dan sonraki süreçte neler yaşadınız?
Güzel yılların ardından geri sayım başladı. İki sezon Üsküdar Anadolu'da, bir yıl da Vefa'da oynadıktan sonra futbolu bıraktım. Araya evlilik girdi, çocuk falan oldu. Ne yaparız diye düşünürken Eyüp'ten teklif aldım. Genel kaptan Haluk Bey aile dostumdu. "Oynar mısın?" diye sorunca, "Oynarım" dedim. İki sene Eyüp forması giydim. İlk sezonumda şampiyonluğu kıl payı kaçırdık. O süreçte 3. Lig'den 2. Lig'e çıktık. Sonra Ali Uras'ın TFF Başkanlığı döneminde millî olmuş ve en az 10 yıl futbol oynamış olanlara antrenörlük için kurslar açıldı. Ben de katıldım. Şenol Güneş, Fatih Terim, Ali Kemal Denizci, rahmetli Ümit Kayıhan da kursa gelenler arasındaydı. 9 yıldır TFF'de görev yapıyorum. Gençleri yetiştiriyoruz. Bugün Millî Takım kadrosunda yer alan oyuncuların çoğu bizlerin raporları doğrultusunda ortaya çıktı. 13 bölgemiz var ve Türkiye'nin her tarafını tarıyoruz.
Antrenörlüğe nerede adım attınız?
Antrenörlük diplomasını aldıktan sonra bir Düzce deneyimim oldu. Sayın Aziz Yıldırım benim çok iyi dostumdur. Anne tarafı Düzcelidir. Antrenörlüğe karar verdiğimde ilk olarak Düzce'ye gittim. Bana, "Gel kaptan, şu takımı çalıştıralım beraber. Sana maddi, manevi her konuda yardımcı olacağım" dedi. Güzel şeyler de yaşadık ama olmadı. Benim ilk denememdi. Düzce'de çok fanatik bir taraftar grubu var. Takımına çok bağlı. Hep başarı istiyor. Ama işler istediğimiz gibi gitmedi ve 6 ay sonra ayrıldım. Bir dönem Bakırköy'de rahmetli Necdet Niş'in yardımcılığını yaptım. Sonra Kasımpaşa'yı çalıştırdım. Kasımpaşa kendi muhitim. Çok güzel şeyler yapmak istiyorduk. Sayın Cumhurbaşkanımız o zaman belediye başkanıydı. Malum o da Kasımpaşalı. Bana, "Ağabey gel şu takımı al" dedi. Kasımpaşa 3. Lig'de düşmemeye oynuyordu o dönem. Aldık, derledik topladık.
Fenerbahçe ile bir temasınız daha var bildiğimiz kadarıyla…
Mustafa Denizli Altay'dan arkadaşım. Fenerbahçe'de çalışırken bir gün beni aradı. "Bırak Kasımpaşa'yı, benim yardımcılığımı yapacaksın Fenerbahçe'de" dedi. Tabiî benim Tayyip Bey'e haber vermem gerekiyordu. Tayyip Bey de Fenerbahçeli. Kendisini aradım, "Efendim, Mustafa Denizli beni yanına istiyor" dedim. "Hemen bırak git" dedi. Fakat orası da olmadı. Neden olmadığını hâlâ çözebilmiş değilim. Sonra içimde bir kırıklık oldu. Bir gün sebebini sordum Mustafa Hocaya. "Ne olur bana bunu sorma" dedi. Ben de pek üzerinde durmadım ama şevkim kırıldı o zamanlar.
TFF'deki göreviniz nasıl başladı?
Fenerbahçe konusunda kırgınlık yaşadığım dönemde çocuklarım okuyordu. Çalışmam gerekiyordu. Biraz birikimim vardı. Bir süre öyle idare ettim. Futbol Federasyonu'nda herkes beni tanıyordu. Dönemin Başkanı Mahmut Özgener de Altay'daki yıllarımdan beni bir ağabey olarak tanır ve sever, sayardı. O dönem başladı Federasyondaki görevim. İşimi de lâyığı ile yaptığımı düşünüyorum. Beşiktaş'ın eski kaptanı Necdet Ergün burada, Rasim Kara Hoca, Mehmet Ekşi burada. Şöhretler karması ile birlikte çalışıyoruz. Günlerimiz çok güzel geçiyor...
Sizde en çok iz bırakan takım hangisi?
Oynadığım her takımın kalbimde ayrı yeri var. Ama bugün futbolcu olsaydım tabiî ki Fenerbahçe'de oynamak isterdim. Keşke Fenerbahçe'de uzun yıllar kalabilseydim. Kendi hatalarım yüzünden koptum. Gezmeyi çok seviyordum. Bekârdım. 23-24 yaşlarındaydım. Her şey güllük gülistanlıktı. Bir özenti de vardı. Ankara ve Mersin'de geçen dört yılın ardından Fenerbahçe'ye gelmek bana olağanüstü bir cesaret verdi. Ama o dönemde kulüpte futbolcuları yönlendirecek, hatasını yüzüne vuracak futbolun içinden gelmiş bir insan, ağabey yoktu. İdari menajer Ercan Aktuna ağabeyimiz vardı. Dünya iyisi bir insandı. Bizi üzmek istemezdi. Keşke biraz üzseydi. Belki de biz işimize gelmiyor diye anlamak istemedik. Altay'da çok hatıralarım var. Şekerspor zaten ilk göz ağrım. Erokspor gibi, Camialtı gibi… Mersin'de de unutulmaz hatıralarım oldu. O zaman 2. liglerde Avrupa'da en çok parayı harcayan kulüptü Mersin İdmanyurdu. O sıralar kadrosunda üst düzey oyuncular vardı. Antrenör de Kaloperovic'ti. Beni de o transfer etmişti. İkinci Lig'e yabancı antrenör yasağı gelince takım bir anda hocasız kaldı. İlk yarı bittiğinde sondan ikinci sıradaydık. Sonradan Bülent Giz yönetiminde toparlandık ama 1 puanla şampiyonluğu Orduspor'a kaptırdık. Ben de zirve yapmıştım o sene. Sahaya çıktığım zaman taraftarlar Cruyff diyemezlerdi de "Curuf" diye bağırırlardı benim için. Bülent Giz, Galatasaray'a beni anlatınca Süha Özgermi ile konuştum. O da beni rahmetli Metin Oktay'a yönlendirdi.
Fenerbahçe'ye kaçırılışınızdan söz eder misiniz biraz da…
Galatasaray ile görüştüğüm sıralarda yaşandı o olay. Fenerbahçe'de oynayan Çubuklu'dan Aydın vardı. "Semih Baba (Bayülken) seninle görüşmek istiyor" dedi. Ben de Galatasaray görüşmesini anlattım. "Tamam, ben sana söylemiş olayım" dedi. Sonra beni Şekerspor'a götüren "Arap" lâkaplı Güngör ağabey geldi yanıma. Çok severim onu da. Futbolu bırakmış ve spor malzemeleri satan bir mağaza açmıştı. "Nevruz, Semih Baba seni Fenerbahçe'ye götürürsem kulübe bir sezonluk malzeme alacağına söz verdi" dedi. Kıramadım. "Tamam, yarın buluşalım gidelim" dedim. Üsküdar'da buluşup Fenerbahçe tesislerine geçtik. Bir odaya kapattılar beni, oldum Fenerbahçeli... İyi ki de olmuşum.
Libero oynadığınız bir süreç var. Neydi işin aslı?
Fenerbahçe serüvenim TSYD Kupası ile başladı. Hazırlık maçlarında çok da iyiydim. Antrenörümüz Didi'ydi. İlk lig maçında Boluspor ile oynayacağız. Didi de beni beğeniyor, bunu hissediyorum. Ziya ağabey (Şengül) futbolu bırakmıştı. Didi bana Necdet ağabey kanalıyla haber gönderdi. Ziya ağabeyin yokluğunda libero oynatmak istiyor. "Necdet ağabey, ben mahallede bile libero oynamadım" dedim. "Bak dinle, Ziya bıraktı. Hem Millî Takım'da hem de Fenerbahçe'de boşluk var" dedi. Alpaslan var ama o da benim gibi gezmeyi çok seviyor. Ama yalnız başına. Yılmaz Şen de bırakacak futbolu. Alpaslan ile ben kalacağım orada. İkna oldum. Bolu'ya gittik, maçı 1-0 kazandık. Ben de çok iyi oynadım. Rahmetli İslam Çupi bir yazı yazmıştı, "Bu nasıl bir beyin, bu nasıl bir zekâ? Ama bu beyinden önce Nevruz'u Fenerbahçe'ye transfer eden beyinleri öpmek lâzım. Fenerbahçe müthiş bir futbolcu kazandı" gibi ifadeler kullanmıştı.
Kopuş nasıl oldu peki?
Şampiyon Kulüpler Kupası'nda Benfica maçı için Portekiz'e gittik. O zaman bazı sıkıntılar vardı. Didi ismi biraz Fenerbahçe'nin üstüne çıkmıştı. Nereye gitsek hep Didi, Didi, Didi… Rahmetli Semih Bayülken de müthiş bir Fenerbahçeli. Kaldıramıyordu bu durumu. "Önce Fenerbahçe, sonra Didi" diyordu. Haklıydı da. Avrupalılar bunu bilmiyordu tabiî. Didi bir efsaneydi çünkü. Bence orada Didi'ye bir komplo kuruldu. Didi'ye verilen rapora kulaklarımızla şahit olduk. "Kasaba takımı, ağır takım, siz daha iyisiniz" filan denildi. Ertesi gün de maça çıkacağız. Altyapıya rahmetli Abdullah Gegiç'i getirdiler. Biz hissettik tabiî Didi'yi yiyeceklerini, Gegiç'in de takımın başına geçeceğini. Nitekim öyle oldu. Biz Benfica'dan 7 gol yiyince Didi'nin bileti kesildi. Antrenörlüğe de Gegiç getirildi. Bende de düşüş başladı. Gegiç, "Nevruz yılların forveti, libero oynar mı?" diyordu ama bir Galatasaray maçında mecburen o da beni libero oynattı. O gün de üçlük olduk.
Şimdiki nesle tavsiyeleriniz neler?
Futbolcu iyi antrenman yapmalı, gıdasına dikkat etmeli ve uykusunu asla aksatmamalı. Bu üç şey çok önemli. Çok detaya girmek istemiyorum ama ben Fenerbahçe'ye geldiğimde 68 kiloydum. 52 kiloya kadar düştüm. Tamamen yaşantımla ilgiliydi bu. Ne doğru dürüst yemek yedim ne uyudum ne de antrenman yaptım... O dönem zaten haftada üç gün idman yapıyorduk, birinden de kaytarıyorduk. Şimdi neredeyse her gün üç antrenman yapılıyor. O nedenle güç lâzım, iyi beslenmek lâzım, iyi dinlenmek lâzım. Bunlar olmayınca olmuyor.
En beğendiğiniz santrforlar?..
Her dönem iyi futbolcular çıkıyor ama bugün takımını ileriye götüren Burak var Beşiktaş'ta. Hem stil hem de fizik olarak oldukça etkili. Cenk Tosun var mesela. Daha da başarılı olacaktır. Cenk ceza sahası içinde bitirici vuruşları çok iyi yapıyor. Burak ise kaleye uzak aldığı toplarda bile tehlikeli oluyor. Hem neticeye gitmeyi biliyor hem rakibi yoruyor. Arkadaşlarına da pozisyon hazırlıyor. Türkiye çok iyi santrforlar gördü. Ben çoğunu izledim. Metin Oktay gibi, Osman Arpacıoğlu gibi, Bora Öztürk gibi... Onlar hem iyi insan hem de iyi futbolculardı. Tanju Çolak müthiş bir santrfordu. Ömer Kaner son derece kaliteliydi. Ama Cemil Turan'ın üstüne görmedim. Onun kalitesine yaklaşan bir tek Rıdvan (Dilmen) vardı.
Altyapı ile ilgili görüşleriniz…
Tartışmasız çok önemli. Kulüpler mecburen altyapıya önem vermeye başladı. Real Madrid-Galatasaray maçını izledik. 16-17 yaşındaki çocuk üç gol attı Galatasaray'a. Bugün bakıyorsunuz, bizde de var böyle çocuklar. Millî Takımımız ne kadar gençleşti. Benim dönemimde yaşları 29'a dayanan futbolcuların yaşlarını küçültüp Ümit Millî Takım'da oynattılar. Ben o zamanlar 20 yaşındayım. Yerimde duramıyorum ama bir kere millî oldum. Futbolda şansım hep yaver gitti ama Millî Takım konusunda hep şanssızlık vardı. Ne zaman çağırılsam ya sakatlandım ya hastalandım...
TFF bu konuda neler yapıyor peki?
Bugün bütün altyapılarda çok iyi oyuncular var. Şu anda takibe aldığımız 2006 doğumlu 1500-2000'e yakın çocuk var. Kulüpleri de bu çocuklardan haberdar ediyoruz. Scout ekipleri gelip izliyor. Başka bölgelerden getirdiğimiz bazı gençler Fenerbahçe'de, Galatasaray'da, Kasımpaşa'da, Başakşehir'de yoluna devam ediyor. Onları izlemeye gittiğimizde koşarak bize sarılmaları tarifi zor bir duygu. Gördükleri ilgi o gençlere özgüven ve motivasyon sağlıyor. Benim de iki evladım var. Futbolcu olmalarını çok isterdim ama kısmet değilmiş. Gerekli araştırmalar yapılıyor. Daha iyi imkân sağlanması halinde altyapılardan dünya çapında yıldızlar çıkabilir. Ama burada şunu da unutmamak gerek; antrenörler de iyi imkânlara sahip olmalı ve sadece işini düşünmeli.
Yabancı meselesine nasıl bakıyorsunuz?
Galatasaray'ı izliyorum, sahaya 11 yabancı ile çıkıyor. Diğerlerinde de durum pek farklı değil. Yabancıya karşı değilim ama sahaya Türk insanının duygusunu yansıtacak kimse yok. Bunu sağlayabilmek için ilk 11'in en az 6'sı Türk olmalı. Yabancı oyuncu buraya para için geliyor. Avrupa'da ununu elemiş, eleğini asmış futbolcunun paradan başka ne hedefi olabilir ki? Bunu ben de yaşadım. 1974'te biraz beklesem Beşiktaş'a, Galatasaray'a ya da Fenerbahçe'ye giderdim. Ama 125 bin lira alırdım. 450 bin liraya Mersin'e gittim. Hangisi doğru? Büyük takımlar 10 transfer yerine 8 transfer yapıp, altyapı için bütçe oluşturabilir mesela…
En beğendiğiniz antrenör?..
Bence bu noktada en önemli kıstas bir hocanın çalıştığı kadrodur. Bence kötü antrenör yok artık Türkiye'de. Ekonomik sıkıntı yaşanmıyorsa bütün antrenörler başarılı olur. Mustafa Denizli çok iyi arkadaşım. Onunla dört sene yan yana oynadım. Saha içinde iyi bir kaptan olduğu gibi futbolu iyi bilir. Fatih Terim bu noktaya tesadüfen gelmedi. Takımın iyi ise ve çalışmayı seviyorsan başarı yakalanır. Mesela Şenol Güneş... İftihar ve dua ettiğimiz bir insan. Abdullah Avcı, Aykut Kocaman, Ünal Karaman… Hepsi iyi hocalar.
Antrenörler konusunda bir tavsiyeniz var mı?
Başarıyı da başarısızlığı da paylaşmak lâzım. Antrenörlere, oyunculara saygı göstermek lâzım. Mevcut antrenörlerin ufkunu açmak lâzım. Çünkü çok iyi oyuncular var. Bugün Millî Takımımız, Avrupa çapında bir kadroya sahip. Ama sakatlanmalara ve beslenmeye çare bulmamız şart. İyi beslenme, iyi idman ve iyi istirahatle bu sorun da aşılabilir. İnsan vücudu öyle enteresan bir makine ki, uygun tedavi ile üç haftada iyileşir, tedavi etmezsen 21 günde. Ben bunu saptadım kendi hayatımda. Bizim zamanımızda adalemiz çektiğinde İstinye'ye eski boksör Yorgo Tagar'a giderdik. Müthiş kuvvetli parmakları vardı. O parmaklarıyla adalelerimi sıkar, "1 hafta sonra oynayacaksın" derdi. Oynardım da. Şimdi iğnelerle takviye yapıyorlar. Bence manasız. Vücut onu kendi kendine tamir etmeli. İğne ile üç hafta yerine bir hafta sonra oynuyor ama tekrar sakatlanıyor ve 1.5 ayda iyileşiyor.
Son sözleriniz…
Oyunculuğum döneminde hep iyi insanlara rastladım ve mali sıkıntı yaşamadım. Yönetimsel hiçbir sıkıntım olmadı. Antrenörlerle de iyi anlaştım. Ama Candan Tarhan ve Necdet Niş'in bendeki yeri ayrıdır. Hâlâ rahmetli Candan Tarhan'ın eşini arar, konuşurum. Oğlu Ogan da evlâdım gibidir.